30 Ekim 2014 Perşembe

NARLI TATLAR


NAR


çiçeklerin eksilen suyuna su,
yazın yanına hatırayı ekledik,
çekirge sesleri ve
öğle güneşi altında narın
olgunlaşmasını bekledik.

------------------------------
Birhan Keskin


Sonbaharın kırmızı dünyası nar ;sarı ayvanın kırmızı kardeşi ...Hemen her sonbaharda nar taneleri ya da suyu ile hazırladığım tatlar.

 Nar suyu muhteşem içecek olduğu gibi tatlımıza renk de katar.Nar sulu muhallebi ;tatlı nar suyu ile.

Ekşi nar suyu ile patlıcan biber kızartmalı teretor (Ege'ye özgü  turşu ;taze fasulye ,börülce ,biber haşlanır üzerine "bir kg sebzeye" beş büyük diş sarımsak ,yarım çaybardağı zeytinyağı blenderden geçrilir ekşi ile karıştırılıp dökülür.)  haline getirir ;sarımsak ,tuz ,nar suyu karışımı güzel bir tat.


Yine sarımsak ,zeytinyağı ,tuz ,ekşi narsuyu karışımı turpotu teretoru ile .


    Ve nar likörü denemem ;beş tane narın taneleri,yarım kg toz şeker ,bir küçük kabuk tarçın bir ay uykuya yatırıldı...Bir ay sonra 35 lik votka ile buluşacak.Sanırım nar likörümüz içime hazır olacak...Sevgi ile...


Bir ay sonra likör hazır narlı narlı ;kahve ,narlı lokum ve nar likörü harika tatlar...

6 Temmuz 2014 Pazar

KIRMIZI ERİK SOSU (EKŞİSİ)


 Erik ; yurdumuzun her yerinde ilkbaharda  yeşil yeşil , yazın kırmızı kırmızı  sofralarımızı süsler .Yeşil erikler mevsiminin sonunda tüketilmezse kırmızı erik olur ,kütür kütür değildir artık bılkık bılkıtır.İşte o bılkık erikler ekşi ise ( Tatlı ise marmelat ya da suyu )  atmıyorum bir taşım kaynatıp süsgeçten çekirdeklerini ayıklayıp tuz ilavesi ile erik ekşisi yada sosu elde ediyorum.Uzun süre dayanmasını istersek üç beş limon tuzu ilave edebilirz her türlü salatalarda enfes tat veriyor.

Yukarda fotoğraftaki erikler temmuz ayında olgunlaşan yabani eriklerdir ,çok ekşidir.Çocukluğumuzda   dolapta soğutulmuş üstü buğu tutmuş halde dişlerimiz kamaşa kamaşa yerdik...Eskisi gibi fazla yenilmiyor ben de sosunu yapıyorum.Bu kez yukardaki tariften farklı yaptım ;tek tek erikleri yıkadım ,suyunu süsdürdüm.Çekirdeklerini bıcak yardımı ile çıkardım ,çelik tencerede kendi suyu ile kısık ateşte muhallabi kıvamında pişirdim ,blenderden  geçirdim ,tuz limon tuzu ilavesi ile on dakika kaynattım.Sıcak sıcak kavoza boşaltım aynı reçellerde olduğu gibi soğuyunca sıkıca kapaklarını kapattım.Kabukları atılmadığından önceki yaptığım kabukları süzülen soslardan daha parlak renkte ve daha kıvamlı oldu.

Merak edip denemek isterseniz bir kg erik ,iki tatlı kaşı kaya tuzu , beş tane karabiber büyüklüğünde limon tuzu ölçüleriyle yapabilirsiniz.Afiyetle ,sevgi ile...

Arzu Sarıyer

16 Haziran 2014 Pazartesi

KAYISI


BİR KAYISI AĞACI

Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in Dinekbağı’ndan.
Küçücük bir ev önünde yaşarım yapyanlız.
Yılda bir çiçek açar,
yılda bir kayısı veririm,
avuç içi kadar.
Yaz olur,
bir kadın silkeler dallarımı,
bir çocuk yerde bağırır, güler,
bense hoşnut olurum.
Hem zaten benim
ne söğütler gibi nezaketim vardır,
ne kavaklar gibi gururum.
Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in Dinekbağı’ndan.
Dinekbağı’nda üç insan severim,
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam,
benim kadar sessiz sedasız,
benim kadar halim selim.
En güzel ay nisan ayı,
toprak yumuşak yumuşak,
en güzel ay nisan ayı.
Yamur yağdı, çiçek açtı,
bir hoş oldu içerim,
en güzel ay nisan ayı.
Kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa, bir sola,
başı döner kavakların.
Ben bir kayısı ağacı,
başımda çiçeklerim.
Ben bir kayısı ağacı,
üç insan severim:
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam.
Çocuğun adı Ahmet,
kadının adı Fatma,
adamın adı İbrahim.
Ahmet küçük ve sarı,
Fatma tombul ve beyaz,
İbrahim uzun ve narin.
Bir tek toprak odaları var üçünün,
toprak odanın bir tek penceresi.
Ben bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakarım odaya,
yerde bir eski yatakla yorgan görürüm,
duvarda bir eski kırık ayna,
yerde bir eski kilim,
bir eski hasır.
Bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakar odaya,
çiçeklerinden utanır.
Dün gece gaz yakamadılar,
ayışığında gördüm üçünü.
Üçünün suratı asık.
Önce oturup
zeytin ekmek, taze soğan yediler,
sonra baktılar birbirlerinin gözüne,
sonra esnediler.
Gökyüzü bembeyazdı.
Gökyüzü çiçeklerimin renginde.
Gökyüzünde kavaklar..
Fatma uzandı İbrahim’in yanına,
sağa döndü.
Tombul, beyaz yüzü pencerede,
gözleri açık durdu sabaha kadar.
Çiçeği en önce kayısı döker.
Ben bir kayısı ağacıyım,
döküyorum çiçeklerimi.
Yer beyaz beyaz,
başım yeşil yeşil,
kayısılarım memede.
Haziran gelecek,
güneş yakacaktır tepemi,
kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım,
haziran gelecek,
avuç içi kadar kayısılarım
Ahmet’in ekmeğine katık olacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım.
Kötü bir düşüncedir almış beni.
Geçti bağları budama zamanı, dedim,
dedim, çarşıda dört döner İbrahim,
dedim ekmek parası,
zeytin parası,
gaz parası.
Dedim, insanlar
neden yaşatılmıyor
ağaçlar kadar olsun.
Ben bir kayısı ağacı.
Fatma’nın, İbrahim’in, Ahmet’in
yumurtası, şekeri, eti.
Gittikçe artmakta kederim.
Günlerden pazartesi.
Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam.
Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder,
ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim.
Durmuş İbrahim kapıda,
yüzü dalgın ve sinirli,
bakıyor eli çantalı şişman adama.
Şişman adam uzattı gövdeme elini,
pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet,
büktü boynunu kuzular gibi.
Ben bir kayısı ağacı.
Gövdemde sarı kağıt.
Yol parasını verememiş İbrahim,
verilmiş haciz kararı.
Yapmayın, dedim.
yılda bir çiçek açarım, dedim.
Etmeyin, dedim.
ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim.
Bir öğle vakti baktım,
kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa,bir sola.
Ben kışlık odun,
altı lira…

A. KADİR

22 Mayıs 2014 Perşembe

Yenidünya





    Kışa doğru ,sonbahar sonu çicek açan( benim bildiğim tek) ,kış boyunca meyvesini büyüten ,ilkbahar sonunda sapsarı meyveleri ile ağzımızı sulandıran "yenidünya"... Ege 'de özellikle Aydın ve ilçelerinde "Frenkelması denir.Sanıyorum yurdumuzun çoğu bölgesinde yetişen uzun ömürlü bir meyve bitkisidir.İri kahverengi çekirdeklerini çocukken dakikalarca ağzımızda döndürür ,çikolata olacak sanırdık.Çocukluk işte ,benzer çikolatalar vardı şekil olarak demek ki...

6 Mayıs 2014 Salı

HIDIRELLEZ

Hıdırellez gününüzü kutlarım ,umarım ve dilerim tüm iyi ,güzel dilekleriniz gerçekleşir.




     Mayıs gül mevsimidir ,en güzel güller bu ayda açar ."Hıdrellez" kutlamaları gül ayı mayıs 6 da kutlanır.
Çocukluğumda annemden duyduklarım kutlamanın ana teması olmuştur .  Hıdır ve Ellez iki yakın dostmuş ayrı düşmüşler , aylarca günlerce özlem duymuşlar kavuşmak için. Tanrı onları 6 mayısta buluşturmuş.Bu büyük buluşmada öyle mutlu olmuşlar ki insanların dileklerine kavuşmaları için aracı olmuşlar...
Hikayesi :"
Hızır ve İlyas, Hükümdarın ordusundaki iki askerdir. Hükümdar bir gün ordusuyla birlikte ölümsüzlük suyunu (Ab-u Hayat) aramaya çıkar. Yolculukta, Hızır ve İlyas diğer askerlerden ayrılırlar. Bir subaşında durup, yemek için kurutulmuş balık çıkarırlar. Tam bu esnada deniz suyu balığa sıçrar, balık canlanır ve suya atlar. Böylece Hızır ve İlyas ölümsüzlük suyunu bulmuş olurlar. Bu sırada bir melek gelir. Hızır ve İlyas’ın kıyamete kadar yaşayacaklarını, fakat Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde ihtiyacı olanlara yardım edeceklerini bildirir. Hıdrellez günü yani 6 Mayıs’ta Hızır ve İlyas’ın buluştuklarına, onların buluşmalarıyla ölü tabiatın canlandığına inanılır. Halk inanışına göre 6 Mayıs’ın yağmurlu geçmesi, Hızır ve İlyas’ın buluştuklarında sevinçlerinden ağlamalarının ve bulutların da onlara katılmalarının bir ispatıdır."


    5 Mayısı 6 mayısa bağlayan gece dualar edilip dilekler dilenmesi adattendir .Dilekler yaygın bir inanışa göre yazılıp çizilip gül ağacının dallarına asılır ki Hıdır ve Ellez dostlar görsünler diye.Bizim oturduğumuz apartmanda da komşularımızla bu gece dost sofrasında buluşulur;  yenilir içilir  ,dilekler kırmızı keselere koyulup bahçemizdeki gül dallarına asılır. 6 Mayıs sabahı gün doğmadan da herkes torbalarını astığı gülden alır bir yıl boyunca saklar ,içindeki dileklerin yazıldığı mektuplar ve paralarla...

     Uzun yıllar görev yaptığım Afyonkarhıisar 'da   akarsu kenarına gidilir hem piknik yapılır hem de dilekler herhangi nesnelerlerle sembolik yapılırdı.Ev isteyen taşlarla ev yapardı ,giysi isteyen kağıttan minik elbiseler yapar ağaç dallarına asardı .Bir gün değil bir hafta boyunca dilekler dilenebilirdi.

    Bir inanışa göre de bu gece dikili taze soğanın iki yaprağı aynı hizaya getirilir uçlarında kesilir. birine cefa diğerine sefa yazılı kağıtlar yaprağa takılır.Ertesi gün hangisinin uzadığına bakılır.Sefa uzdıysa yıl boyu sefa görüleceği ,cefa uzadıysa bir yıl cefa çekileceğine inanılır.Bu inanış Aydın yöresinde yaygındır. Merak ettim on yıl önce denedim ,saksıda yetişdiğim taze soğan yapraklarında. Cefa uzamış ertesi gün baktığımda ,kaygı duydum aylarca.Yıl sonuna doğru en sevdiğim dostum hayatını kaybetti , çok acı çektim. Cefa buymuş dedim bir  daha denemeye cesaret edemedim.

     İyi güzel dileklerim fotoğraflarda gördüğünüz kırmızı keseçiklerde ...

     Sağlık ve mutlulukla...

 06.Mayıs 2013 de yayınlanmıştır.
HIDIRELLEZ
Bütün kızlar, erkeklerin lodoslarına karşı
Hem giyinmiş hem soyunmuşlar
Hem de kapanmışlar içlerine
Badem taneleri gibi 
Ve lodos vurdukça
O eteklerini kaldıran lodos
Doğdukça doğurdukça kendilerini
Kocasız bir bebek gibi...
Öpüp okşayacakmış...
Başka ve o yaşta ne beklersin ki
Kayaların başında
O dallı giysileriyle
Kimi bekler ki onlar
Poseydon'dan başka
Bu kayalarda durmuş
Bu kızlar ne bekler ki
Bir aşk için boğulmaktan başka...
Hepsi de karaya vurup
Zeytinlerle keçiboynuzlarına
Kendilerini dağıtıp verip
Kökten çıkan dallardan
Yapraklar olmaya...
Rüyası bu Datça'nın
Kadınları okudukça
Okunacak bir güzel kadınlık ve güzellik
Datça olacak Datça
Kadınların yarımadası...
Boşuna değil o dediğim
Burası Afrodiça
Ve gördüğüm bütün her şey
Sevda, Aşk ve Tazelik
Ve Zeytinlerden ve yaşamaktan
Başka bişeyi olmayanların yeri...
Kara Maça'ya karşı...
Fallarda kurtulmuş görünen
Ademi Bademiyle
İyi bilir bir kişiynen
Yaşamı bilmeyiynen
Yaşanan belki de bir haç
Denizin üstüne vurulmuş..
Ama şeklini derhal bozabilir
En ufak bir esinti
Mesela bir hilal de olabilir.
Korkutucu olan şey benim gördüğüm
Ne haç, ne acı, ne haraç olmasıdır...
Burayı ben gözlerimi kapadıktan sonra dünyaya
Yaşamayı hızla öğrenemediğimizden ötürü
Bu yarımadaya, yarım yarım derken
Ufalaya ufalaya
Zaten bitirmişsiniz ya...
Ufalarsanız eğer
İki elim boynunuzdadır derler a...
Ben de bu yarımadayı
Kucağıma kapıp öleceğim,
Ne gavurun, ne müslümanın...
Hiçbiriniz görmeyeceksiniz artık o güzel yeri
İşte bu şairin ve ölümün emri..
Mekanım Datça Olsun
CAN YÜCEL

Hızır ve Hıdırellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdırellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu iddia ederler. Hıdırellez Bayramı’nı ve Hızır (Deniz) düşünüşünü tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Balkanlar, hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle belli başlı doğasal döngüler için sevinç duyulduğu görülmektedir. Yaşam suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaşmış; özellikle de baharda aramızda dolanarak, bolluk ve sağlık dağıtır. Hızır bir kişiye verilen addan çok aslında bir doğasal durumu, baharla vücut bulan yaşamın tazelenmesini imgeler. Türkiye'de Hızır’a atfedilen özelliklerin bazıları:
Kalbi temiz, Allah'a inanan insanlara yardım eder.
Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
Uğur ve kısmet sembolüdür.
Mucize ve keramet sahibidir.